24 Mart 2019 Pazar

Bozkurt Türküğün Simgedir...

  • Bozkurt işaretinin sadece siyâsi bir işaret olduğu yanlışı…
Tarih boyunca Türkler kendileriyle özdeşleşen simgeler kullanmıştır. Bunlardan en önemlisi şüphesiz bozkurt ve kartaldır. Türk dünyasında sıkça kullanılan “Aspanda bürküt, jerde kökbörü ol” ,Türkiye Türkçesinde karşılığı; “Gökte kartal, yerde bozkurt ol.” sözü bunu destekler niteliktedir.
Bozkurt ve kartal özgürlüğüne düşkün canlılardır. Geçmişte de, günümüzde de bu böyledir, böyle devam edecek…
Konumuza dönecek olursak, bozkurt işaretini günümüzde siyâsi partiler simge olarak kullanıyor. Bu işaret Türkiye’ye geleli çok olmadı. Dönemin Mhp Genel Başkanı Alparslan Türkeş Türkiye’ye getirip partisinin simgesi olarak kullanmıştır. Bozkurt işaretinden önce Mhp “sağ yumruk havaya” şeklinde simge kullanıyordu. Karabağ için Azerbaycan’a birtakım ziyaretler yapan Türkeş, Azerbaycan’da bozkurt işaretinin yapıldığını görür ve hoşuna gider. Türkiye’ye döndüğünde de bu işareti dava arkadaşlarına gösterir ve bir karar alarak partinin simgesini bozkurt işareti yapar.
Azerbaycan da bu işaretin asıl sahibi değildir. Onlar da Gagavuz Türkleri’nden bu işareti öğrenmiştir. Gagavuzlar, Hristiyan Türkler’dir. Türk kültürünü en iyi biçimde yaşatan, SSCB – Azerbaycan Savaşı’nda din kardeşleri yerine, kan kardeşlerini seçenlerdir.
Kısaca bozkurt siyâsi bir simge olarak kullanılmadan önce de Türkler bu işareti simge olarak benimsemişlerdi. Güney Azerbaycan Futbol Takımı Tractör’ün de simgesi bozkurttur. Bütün taraftarlar bozkurt işaretini gururla yaparlar.
Bozkurt, Türk mitolojisinde de sıkça kullanılmıştır. Oradaki Bozkurt aslında günümüzde bildiğimiz kurtlardan değil Kanatlı Bozkurt olarak geçer. Aşağıda görselini görebilirsiniz.
Yukarıda bozkurtun özgürlüğüne düşkün olduğunu anlamıştım, bununla ilgili kısabir hikayeyi paylaşmak istiyorum.
Yabancı bir ülkede bozkurtu kapalı bir odaya koyuyorlar, bozkurt da bir süre bekledikten sonra, kurtulamayacağını anladığı zaman kendini duvarlara vurarak intihar ediyor.
İşte asaleti bundan geliyor, asla tasma takamazsınız, asla esir edemezsiniz. Bir şekilde kendini yok eder…
Son olarak “Bozkurt Türklüğün simgesidir ve ilelebet böyle kalacaktır.”

Saygılarımla...

https://www.tozlumikrofon.com/bozkurt-isareti-nereden-geliyor-kokeni-nedir/

Gagavuz Türkleri Kimdir?

Hristiyan Türk Gagavuzlar Kimdir, Nerelerde Yaşar?

Türk denilince akla Dünya üzerinde sadece Müslümanlar gelmektedir. Aslında Gayri Müslim Türk sayısı oldukça fazladır. Musevisinden Hristiyanına, Şamanından Deistine onbinlerce Türk vardır. Bu yazımda özellikle Hristiyan Gagavuz Türklerinden bahsedeceğim. Bir önceki yazımda Gagavuzlardan Bozkurt işaretini aldığımızı belirtmiştim...

Gagavuzların Dünya üzerinde yaklaşık 350-400 bin civarında nüfusu vardır. En önemli nüfus Moldova'ya bağlı özerk bölge olan Gagavuzya'da yaşamaktadır. Şu anda ülkenin başkanı İrina Vlah'tır. Türkiye ile hem siyasi, hem de kültürel olarak büyük adımlar atmaya çalışmaktadır. Gagavuzya'nın nüfusu 2014 sayımlarına göre 135 bin civarındadır. Türkiye'den çok fazla öğrencinin ağırlandığı başkentin de adını alan Komrat Üniversitesi mevcuttur.

Kültür bakımından Şaman geleneklerini oldukça güzel yansıtırlar. Yerel kıyafetleri bizim Doğu Karadeniz'in giydiği yerel kıyafetlere benzemektedir. Karadeniz, Gagavuzlardan oldukça fazla etkilenmiştir. Horon, kemençe gibi Türk geleneklerini onlardan aldığımız rivayet edilir. Hristiyan olmalarına rağmen domuz eti yemezler. Kurşun dökme gibi eski şaman geleneklerini de yaparlar. Dil bakımından Türkiye Türkçesi'ne en yakın Türkçe Gagavuz Türkçesi'dir. Azerbaycan olarak bilinir ama yanlıştır. Azerbaycan'da dil bakımından zorlanabilirsiniz fakat bir Gagavuz'la konuşurken asla zorlanmaz aksine çok iyi anlaşırsınız.

Gagavuzlar yıllarca Rus esareti altında yaşamışlardır. Adların Rusça kökenli olması bundan kaynaklanmaktadır. Rus yanlısı asla değildir. Azerbaycan ile Rusya savaş yaptığı zaman, zorla silah altına alınan Gagavuzları, Azerbaycan'a karşı savaşmaya zorlayan Rusya savaşın en büyük hatasını yapmıştır. Çünkü Gagavuzlardan oluşan bir bölük, "Din kardeşlerini değil, kan kardeşlerini seçerek" Rusya'nın tankı ve tüfeğiyle Azerbaycan tarafına geçmiştir. Bu olaydan sonra Ruslar'la tamamen ipler kopmuştur. Yıllar sonra da Moldova Ruslar'dan ayrılınca Gagavuzlara kucak açarak toprak vermişlerdir.

Buradan çıkaracağımız kıssadan hisse;

Türklük sadece din bağı ile ölçülemez, Hoca Ahmet Yesevi ne diyor: "Din seçim, Türklük kaderdir."

Bizler kaderimize razıyız...

Kardeşlerimize sahip çıkalım....

Dipnot:
ÖNEMLİ ŞEHİRLERİ Komrat, Çadır, Lunga, Vulkaneşti.

TÜRKİYE İLE İLİŞKİLERİ Hamdullah Suphi Tanrıöver’in T.C. Bükreş Büyükelçisi olduğu dönemde (1931-1944) Gagavuzlar Türkiye’nin gündemine gelmiştir. Bu dönemde Gagavuz Yeri’nde Türkçe kursları açılmış ve Türkçe kitaplar gönde-rilmiştir. Öte yandan bazı Gagavuzlar seçilerek Türkiye’de yüksek öğrenim görmeleri sağlanmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Gagavuzlar Türkiye’nin gündemine tekrar girmişlerdir. Uzun zaman kopuk olan ilişkilere büyük önem verilmektedir. Türkiye Gagavuzlara yardım mahiyetinde bir çok program ve proje gerçekleştirmiştir. Faaliyetlerin çoğu eğitim alanında yoğunlaşmıştır. Bunun yanında insani yardım ve sağlık malzemesi gönderilmiş, Gagavuz öğrenci ve öğretmenlere Türkiye’de çeşitli sürelerle Türkçe yaz kursları verilmiştir. Gagavuz Yeri’ndeki Komrat Devlet Üniversitesi’ne Türkiye’den öğretim elemanı gönderilmesi için alt yapı çalışmaları başlatılmış, ayrıca üniversiteye çok sayıda kitap gönderilmiş, maddi yardımda da bulunulmuştur. Bursa ile Çadır-Lunga şehrinde ilkokullar arasında kardeş okul ilişkisi kurulmuştur.

Saygılarımla Altan Urug

https://www.tozlumikrofon.com/hristiyan-turk-gagavuzlar-kimdir-gagavuzya-nerededir

Karadeniz'in tamamı Laz değildir.

Doğu ve Orta Karadeniz'in Laz Olduğu İddiası

Türkiye'nin neresine giderseniz gidin, Karadenizlilere "Laz" derler. Aslında Lazlarla hiçbir alâkası yoktur. Lazlar'ın toplam nüfusu 1.000.000 ile 1.500.000 civarındadır bu da Karadeniz'in Laz olduğu iddiasını çürütür. Yerleşim yerleri genellikle Rize ile Artvin arasında kalır.

"Roma/Bizans Yazarlarının eserlerinde Lazlardan, Laz adıyla etnik bir topluluk olarak ilk kez bahseden 1.yy tarihçisi Plinius olmuştur. Trabzon ile Doğu Karadeniz Kırım kıyılarını 131 yılında dolaşan Arrianus; ünlü coğrafyasını 150 yılında yazan Ptolemeus; Bizans elçilik heyetine katılarak 448 yılında Atilla’nın Sarayına varmış olan Priskos; 532 yılında Belisarius’un seferine katılarak Lazlar ülkesini gören Prokopius; 552-558 yılları olaylarını yazan Agathias; 558-582 yılları olaylarını yazan Menandros ve Theophanes gibi bir çok yazar Lazlardan, Lazların komşuları ve Roma/Bizans ve Pers devletleriyle olan ilişkilerden ayrıntıyla bahseder."

Lazca lehçesini bilenlerin sayısı da 20 bini geçmez.
Bilinenin aksine Karadeniz'in büyük çoğunluğu Orta Asya ve Kafkas kökenlidir. Bunlardan en çok Çepni boyundan insanımız yaşamakta. Çepni nüfusunun büyük çoğunluğu Giresun ve Trabzon'dadır. Rize ve Trabzonlular'a baktığınız zaman genellikle sarı saçlı ve renkli gözlü olurlar. Bu da Çepni boyunun özelliklerinden ve coğrafi konumdan kaynaklanmaktadır. Sürmene ve Araklı'da da çekik gözlü oldukça fazla insanımız vardır. Fiziksel özelliklere fazla girmeyeceğim...

Şimdi gelelim "Celdum, ciddum" meselesine. Geldim, gittim anlamında kullanılan bu kelimeleri Lazlarla başdaştıramayız. Çünkü Laz Lehçesinde "geldim" kelimesi çok farklıdır.

Lazlar geçmişte Rusya'nın içlerinde devlet kurduğu iddia edilir, zamanla da savaşlarla, sürgünlerle Gürcistan üzerinden Türkiye'nin Kuzey Doğusuna yerleşmişler. Lazlarla Türkiye'nin hiçbir problemi de yoktur ve Bayrağımıza son derece sahip çıkmaktadırlar. Aramıza nifak sokmak isteyenler olabilir, onlara da Lazlar gereken cevabı veriyor.

Çepni Boyu olan Doğu Karadeniz'e Laz demek yıllardan beri süre gelen bir sorundur. Kemençe çalana, horon tepene Laz deniyor, Onlar da kemençe çalar, horon oynar fakat kemençe ve horonun Orta Asya kökenli olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bazen saçma sapan ayrımcı, aşağılayıcı kelimeler söyleniyor. Mesala: "Lazların kafası 12'den sonra çalışıyor, hamsi vs." gibi. Bunu söyleyen kişiler aslında kendi küçüklüğünü ortaya koymuş oluyor, hiçbir şekilde cevap vermeyip, bu yazıyı okutmanızı öneririm.

Bir de Temel ve Dursun adlarını Lazlara maal ederler, bu da yanlış bilgidir. Lazlar arasında bu adlar yaygın değildir.

Lazlara en yakın halk Gürcülerdir. Konuşma tarzları ve benzer kelimeler bunun kanıtıdır...

Saygılarımla

Altan Urug...

https://www.tozlumikrofon.com/dogu-ve-orta-karadenizin-laz-oldugu-iddiasi/


20 Mart 2019 Çarşamba

Türk Bayramı Nevruz

NEVRUZ TÜRK'ÜN BAYRAMIDIR!..
NEVRUZ ERGENEKON BAYRAMIDIR!..
BAYRAMINA SAHİP ÇIK TÜRK!!

Gece-gündüz eşitliğinin gerçekleştiği Mart ayının 21. günü, bütün Türk yurtlarında bayram olarak kutlanır. 12 Hayvanlı Türk Takvimi'nde yeni yıl 21 Mart'ta başlamaktadır.

Nevruzun Türkçe karşılıklarını şöyle sıralayabiliriz: Başkurtlar "ekin bayramı", Kumuklar "yaz başı", Türkmenler "teze yıl", Azerbaycanlılar, Karapapaklar, Kazan Türkleri "Ergenekon Bayramı", Gagavuzlar "ilkyaz", Altay Türkleri "cılgayak", Hakaslar "cıl sırtı, ulu kün", Nogay, Karaçay, Malkarlar "saban toy, Tegri toy", Kazaklar "ulus günü", Uygurlar "yeni gün". İran'a komşu olarak yaşayan Türkler ise Farsça nevruz sözcüğünü değişik biçimlerde kullanmışlardır: Novruz, navruz, noruz, nevruz gibi. Türkiye'nin değişik yörelerinde nevruz sözcüğü yanında "yıl sırtı, yeni gün, mart dokuzu, mart bozumu, gün dönümü" öbekleri de kullanılmaktadır.
Nevruzun Türk coğrafyasının bir ürünü olduğu da açıktır. Özellikle Yakut Türklerinin yaşadığı Kuzey-doğu Asya'da nevruza "ölü günü" de denilmesi, İslamî inançların etkisiyle ölülerin ziyaret edildiği gün olarak yorumlanmasına yol açmıştır. Hâlbuki Rus bilgini Radloffe'un "Sibirya'dan" adlı eserini okuyanlar, nevruza neden ölü günü de denildiğini daha iyi anlarlar. Bu bölgelerde kışın toprak donduğu için bu mevsimde ölenleri, saçlarından ağaçların dallarına astıklarından söz eder Radloffe. Toprağın donunun çözüldüğü nevruzda da ölüler, ağaçlardan indirilerek toprağa gömülmektedir. Bu yüzden nevruzda ölü ziyaretinden çok, ölü gömülmesi söz konusudur. Ölülerini toprağa bile gömemeyen insanlar için nevruzun nasıl bir kıymet olduğu anlaşılıyordur, umarım.
Türklerin başlangıçta avcılık ve hayvancılıkla geçinmeleri, daha sonra da tarıma yönelmeleri, nevruzun anlamını ve önemini ortaya koyan bir başka açıdır. Uzun süren kışların yaşandığı coğrafyalarda nevruz; hem hayvanların, hem insanların açlık, yokluk ve yoksulluktan kurtulmalarının müjdecisidir. Yavrusunu besleyen anaya yavrunun kavuşmasıdır nevruz. Büyük Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov'un meşhur romanına "Toprak Ana" adını koyması tesadüfî değildir.
Türklerin nevruza Ergenekon Bayramı da demeleri Türk tarihi açısından bir başka değer taşır. Bilindiği gibi destanda Türk ordusunun toptan kılıçtan geçirildiği, bir çocuğun sağ kaldığı, çocuğu bir kurdun büyüttüğü ve koruduğu, bu çocuğun soyundan Türklerin yeniden türediği, sığındıkları yere sığmamaya başlayınca demir dağı eriterek evrene yayıldıkları anlatılır. Bazı yorumcular Bakara Suresi'nin 243. ayetinin bu olayı çağrıştırdığını, hatta bu konuda bir de hadis bulunduğunu belirtiyorlar. (1) Bütün Türk devletlerinde nevruzun kutlandığına dair bilgiler vardır. Bunları sırasıyla şöyle verebiliriz: M. Ö. III. Yüzyılda Mete, nevruzu kutlamıştır. Sekizinci yüzyılda Uygurlardan kalma resimlerde nevruz kutlamaları
görülmektedir. Selçuklular döneminde Melikşah'ın, Akkoyunlularda Uzun Hasan'ın nevruzu yılbaşı yapan takvim kullandıkları bilinmektedir. Osmanlılar Mart Dokuzu dedikleri nevruzda Ertuğrul Gazi Şenliklerini II. Abdülhamit zamanına kadar tekrarlamışlardır. 1919'da Konya'da, 1922'de Ankara'da bizzat ATATÜRK'ün katıldığı Ergenekon Bayramı kutlanmıştır.

(alıntıdır)

24 Şubat 2019 Pazar

Hocalı'da Akan Kandı Sustunuz..

25-26 Şubat 1992 Hocalı...

1992 Şubat'ına kadar kendi halinde yaşayan, geçimini çiftçilik ve tarımla sağlayan birkaç bin insanın mutlu şekilde yaşadığı bir köydü. Köyün tamamı Türk ve Müslümandı. Ta ki Ermeniler, Rus güçlerinden destek alıp burada soykırım yapana kadar... Öyle bir soykırım ki bebek, yaşlı, kadın, çocuk demeden vahşice katledildiler. Azerbaycan Cumhuriyeti 'nin resmî açıklamasına göre katliamda 106'sı kadın, 83'ü çocuk olmak üzere toplam 613 Türk şehit edildi. Bunların yanında ağır yaralılar, kayıplar ve peşinden intiharlar olmak üzere 2 bine yakın insan etkilendi...

Savunmasız insanlara yapılan bu soykırım Dünya basınında intikam olarak adlandırıldı ve sus pus oldular. Türkiye'de geniş yankı bulan bu soykırıma Türk halkı çok üzülmüştür. Siyasîler her zamanki gibi gereken ilgiyi gösterememiştir. Burnumuzun dibinde yaşanan bu soykırımın acısını hâlâ yüreğimizin derinliklerinde ilk günkü gibi yaşıyoruz. Yeni nesile de hatırlatmalar yapmak borcumuzdur. Kininizi diri tuttuğunuz sürece bu tür soykırımların yaşanmaması gençlerimizin elinde olacak. Ermeni bir doktor 13 yaşındaki bir kızın derisini canlı canlı yüzdüğünü itiraf etmişken, bir dönem Ermenilerle karşılıklı uçak seferleri bile planlanmıştı. Biz tarihimizden ders çıkaramıyoruz. Ermeniler bizim hiçbir zaman dostumuz olamayacaktır, olmamalı. 

Azerbaycan, Türkiye'nin her konuda koşulsuz en büyük destekçisidir. Biz de aynı şekilde davranmalı ve Karabağ'ın kurtarılması için bütün siyasî güçlerimizi kullanmalıyız. Ermeni ve Rusların yaptığı soykırımlar sadece Hocalı ile sınırlı değil. Bakü Katliamı, 1944 Sürgünü, Kırım'ın işgali gibi onlarca soykırım sözkonusu. Hepsi de Türk ve Müslüman oldukları için gerçekleştirilmiş soykırımlardır. Benzer soykırım şu an Doğu Türkistan'da sistematik şekilde devam etmektedir. 

Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva Karabağ konusunda Dünya üzerinde en etkili kişilerden biridir. Dolaştığı bütün ülkelerde ilk Azerbaycan'da yapılan soykırımları anlatır, etkinlikler düzenler. Hâlâ yılmadan mücadelesine devam etmektedir. Bugün Hocalı için sessiz kalanlar, Afrika'dan, Yemen'e, Filistin'den Mısır'a yardımlar düzenliyor. Arap hayranı oldukları için Türkler onlar için sıradan bir insan... Burnunun dibinde olup bitenleri görmeyenler, başka milletlerin peşinde... 

O yüzden diyoruz,

Hocalı'da akan kandı sustunuz,
Zaten ya Ermeni, Ya Fransız, Ya da Rustunuz.

Biz kinimizi diri tutacağız...

Hocalı'da soykırıma uğrayan soydaşlarımızı saygıyla anıyoruz...

Ruhları şad, durakları Türk uçmağı olsun,
Tanrı Türk'ü, Türk düşmanlarından korusun...

Saygıyla...

twitter.com/altanurug

31 Ocak 2019 Perşembe

Geçmişten Günümüze Türkçülük



Geçmişten Günümüze Türkçülük

Zaman zaman Türkçülük Akımı dönemine göre değişkenlik göstermiş, o günün şartlarına uygun şekillenmiştir. Öncelikle Devleti Aliyye dönemini ele alırsak dönemin padişahları askerlerini Türk soyundan seçerdi. Bu tercih Türkçü bir tercihtir. Sarayın en yakınında Türkler vardı. Aynı tercih Atatürk döneminde de yapılmıştı. Bunun yanında Osmanlı'da Turancılık da vardı. Turancılık daha çok Türklerin yaşadığı toprakları, eğer topraklar Türk değilse o toprakları Türkleştirmeyi de kapsar. Meselâ, Osmanlı Anadolu'da kurulurken en güçlü olan beylik diğer beylikleri kendi himayesine almış, o şekilde büyümüşlerdir. Selçuklu zamanında Türkler Müslümanlığın etkisine daha çok girdiği için daha çok Türk-İslam sentezi meydana çıkmaya başlamıştı. Bu etki 20. yüzyıla kadar etkisini göstermiştir. Tam manasıyla Türkçülük Osmanlı'dan önce yaşanmıştı. Türkler yalnız kendi soyundan olanlarla evlenir, bütün olaylar Türk'e göre şekillenirdi. Günümüzde kendi soyundan kız vermeyen devletler hâlâ bulunmakta. Mesela Japonya ve Kırgızistan'da, Moğolistan'da bu kültür yer yer devam etmekte. Türkçülük elbette bunlarla sınırlı değil. Resmi yazışmalar, günlük konuşmalar tamamen Türkçeydi. Atalarına saygı, kültürlerin yaşatılması gibi etkiler de Türkçülük için vazgeçilmezlerdi.

İkinci olarak Atatürk dönemini ele alalım. Atatürk, hayatı boyunca Türk ve Türkçülük için mücadele etmiştir. Eylem ve söylemleriyle bunu da kanıtlamıştır. Katıldığı ve yönettiği bütün muharebelerde bunu fazlasıyla kanıtlamış, Türk'ün manevi gücünü kullanarak başarılı olmuştur. Motivesin son derece güçlü ve etkiliydi. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda ilk faaliyeti öz diline dönmesiydi. Dilini kaybeden bir milletin yok olmaya mahkum olduğunu çok iyi biliyordu. Latin alfabesine geçmesini eleştirenler oluyor. Olabilir, ancak Göktürk Alfabesi zor ve harfleri yetersiz olduğu için bunu seçmişti. Resmi yazışmalarda da kolaylık sağlıyordu. Göktürkçe ve Osmanlıca yazımları farklı olmasına rağmen okunuşları son derece benzerlik göstermekteydi. Atatürk de, kurmayları ile beraber bunu göz ardı etmedi. Osmanlı'nın son dönemlerinde okuma yazma oranı yüzde 10 bile değildi. Atatürk okuma yazma oranını yükseltmiş, çok sayıda okul açtırmıştır. 

O dönemki Türkçülük Ziya Gökâlp etkisi altında şekillenmişti. Türk-İslam sentezi sözkonusuydu. Uzun yıllar da etkisinden çıkılamamıştı. Atsız bu konuda öncü olmuştu. Arapların sözde kültürünü "din" diye bize yutturmaya çalıştılar fakat Atsız ve yol arkadaşlarını hesap etmemişlerdi. Atatürk de sözde din adamlarından çok çekmiş ve dönem dönem gereğini yapmıştı. Kurtuluşun Türkçülük olduğunun bilincindeydi. Atsız, Türkçülük sevgisini manevi babası Dr. Rıza Nur'dan almıştı (Dr. Rıza Nur konusuna başka zaman değineceğim)...

Üçüncü dönem: Atatürk döneminden sonraki Atsız dönemi Türkçülüğüne değinelim. Atsız'ı her Türkçü'nün ezbere bilmesi gerekir. O sebeple Atsız'ı baştan sona anlatmayacağım. Atsız hayatı boyunca tepeden tırnağa Türk ve Türkçülük için mücadele etmiştir. Daha askeri okulda öğrenciyken, Arap subaya selam vermediği için okuldan atılmıştı. Ruh Adam romanında aslında bu dönemi anlatmaktaydı. Türk'ün Türk'ten başka askeri olmaması görüşündeydi. O'nun için Türkçülük bir yaşam biçimiydi. Atsız'ın din ve Atatürk düşmanı olduğunu düşünenler var. Alakası bile yok. Atsız'ın çoğu roman ve makalelerinde dini motif ve söylemler vardır. Atatürk için de çok güzel yazıları vardır. Hatta Atatürk'ü her fırsatta savunuyordu. Atsız, Atatürk'ü elbette eleştirmiştir ama bu eleştirisi sivri dili ve Türkçülük için Atatürk'e çok güvenmesinden kaynaklıydı. Atatürk'ün Cumhuriyet rejimini eleştirirdi. Çünkü Atsız, Türklerin eski sistemi Kağanlık gibi rejimlerden yanaydı. Atatürk'ün askeri yönüne son derece saygı duyar ve övgüyle bahsederdi. Atsız, Atatürk'ten sonraki CHP dönemini hiç sevmezdi. Bazı eylemlerine elbette destek verir fakat gazetecilik yönünü çok iyi kullanır ve eleştirirdi. Atsız birçok dergi çıkarmış, bu dergiler sayesinde fikirlerini milyonlarca gence ulaştırmıştı. Türkçülük bir dönem o kadar büyümüştü ki dönemin Cumhurbaşkanı bazı yaptırımlar uyguladı. Atsız ve yol arkadaşları bu uğurda 3 Mayıs 1944'de yargılanmak zorunda kalmıştı. Tabii ki meşhur ve Türkçülük - Turancılık konulu savunmasıyla herkesi hayran durumda bırakırken, hakimler zor durumda bırakmıştı. 1923'ten, 1975 yılına kadar Türkçülük büyümüştü fakat çağımızın vebası komünizm belli çatışmalara zemin hazırlamıştı...

Asıl konumuza dönecek olursak günümüzde Türkçülük, geçmiş döneme göre çok daha basite indirgendi. Aslında çok büyük imkanlar var. Basın, yayın, teknoloji özümüze dönmek için mükemmel bir fırsat. Geçmişi okuyarak, günümüzde ders çıkartabiliriz. Ama...

Ama maalesef mankurtlaşma, teknolojiye yenik düşme ve dilini kaybetme tehditi devam etmekte. Dil en önemli faktör. Biz de bazen yazarken Farsça, Arapça kelimeleri yazmak zorunda kalıyoruz. Çünkü bu kelimelerin Türkçesini yazsak, elinizde bir de sözlük olması gerekecek. İkinci önemli faktör din ile Türkçülüğün iç içe geçmesi. Din konusunda herkes özgürdür çünkü seçim meselesidir. Müslüman olarak doğmazsın fakat Türk olarak doğarsın. Önemli olan yaşadıkların ve çevre. Çevren hep Türkçü olursa sen komünist olmazsın. Çevren hep imam olunca sen ateist olmazsın (istisnalar hariç). Ailen öğretmense, gidip inşaatta çalışmazsın. Elbette çevrende etkilenir ve ona göre yaşarsın. Günümüzün Türkçülüğü de tam böyle. Türk Ordusu sınır ötesi operasyona gidiyor, hemen hemen herkes Türkçü görünüyor. Operasyondan dönüyor, yine bir avuç kalıyoruz. Türkçülük bir popülarite akımı değildir. Kalıcı ve sağlam temelleri olan 5 bin yıllık bir akımdır. Önce ailede başlar, okulda şekillenir, çevrende büyür ve uygulamada başarı sağlar. Günümüzde çoğu genç Türkçü görünümlü ama uygulamada başarısız. Kitap okumada sonuncuyuz. Saygıda sınıfta kalıyoruz. Telefon, tablet ve bilgisayar kurbanı oluyoruz. Elimizde onca fırsat varken oyunlarla, saçma youtube videolarıyla vakit harcıyoruz. Sosyal hayat durma noktasında. Tiyatro, sinema, dışarda oturup sohbet etme, kitap okuma, misafirlik bitiyor. Sadece televizyondan, sosyal medyadan Türkçü olunmuyor. Bu yazıyı bile okuyup bitirdiğinizden şüphe ediyorum. Çünkü okuma alışkanlığı 280 karakter ile sınırlı. Yazımı sonuna kadar okuyan arkadaşlara sabrı için teşekkür ediyorum. 

Son olarak yineliyorum:

Türkçülük, önce ailede başlar, okulda şekillenir, çevrende büyür ve uygulamada başarı sağlar...

Saygılarımla...